Dünyaya Açılan Kapı: İzmir Tarihi Liman Yolu
Çağlar boyunca İzmir’e eşsiz bir konum kazandıran birçok alan ile karşılaşabiliyoruz. Bu alanlardan biri olan ve her geçen gün daha fazla ziyaretçiye özgünlüğünü sunan İzmir Tarihi Liman Kenti, UNESCO Dünya Mirası geçici listesinde yer almasıyla da eşsizliğini kanıtlıyor. Bu yazımızda sizleri, eşsiz tarihi alan içerisindeki limana bir yolculuğa davet ediyoruz.
İzmir'i Akdeniz'de benzersiz bir konuma yerleştiren limanı, sadece Anadolu'yu değil, İpek Yolu’nun uzandığı tüm Asya kıtasını dünyaya bağladı. Sizler için hazırladığımız rota boyunca, ziyaret edeceğimiz noktalarda bu derece önemli bir limanın sadece ticari malların dolaşımını sağlamadığını; kültürleri, insanları ve coğrafyaları birbirine yakınlaştırdığını yakından deneyimleyebilirsiniz. Hanlarıyla, canlılığıyla, lezzetleriyle tarihin izlerini taşıyan bu turda, tarihin kokusunu, tadını hissedebileceksiniz. Efes ve Bergama'dan sonra UNESCO Dünya Mirası olma yolunda ilerleyen İzmir Tarihi Liman Kenti’ni keşfetmeye başlayalım!
Takvim yaprakları 1901’i gösterdiğinde, İzmir bugün için oldukça önemli bir simge olan Saat Kulesi’ne kavuşuyor. Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü anısına Mimar Raymond Charles Pere’nin oryantalist bir üslup ile inşa ettiği Saat Kulesi, Marsilya’dan getirtilen vişne ve yeşil renkli mermerleri ile sadece görsel bir tatmin sunmuyor aynı zamanda, şehrin tüm hikâyelerine şahitlik ediyor. Osmanlı Dönemi’nde yapının pencerelerine kabartma olarak yerleştirilen sultanın tuğrası, yerini Cumhuriyet Dönemi’nde ay yıldızlı kabartmalara bırakırken, Saat Kulesi’nin dört tarafında yer alan üstleri birer kubbeyle örtülü baldaken şadırvanlar ona aynı zamanda önemli bir su yapısı olma özelliği kazandırıyor.
Saat Kulesi’nin üst bölümünde yer alan saatin Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından armağan edildiği söyleniyor. Peki, bu saatin tepesine nasıl ulaşıldığını hiç merak ettiniz mi? Zemin katta yer alan odada bulunan ve saate dek yükselen bir merdiven aracılığıyla saate çıkabiliyorsunuz. Bu merdivenleri üç kuşaktır kullanan tek bir aile oluşuysa Saat Kulesi’nin hikâyesini daha da güçlendiriyor. Feti Pamukoğlu, ailenin günümüzdeki temsilcisi olup kulenin saatini altı günde bir kuruyor. Feti Pamukoğlu’nun birbirinden ilginç antika saatlerin bulunduğu Beyler Sokağı’ndaki dükkânını ziyaret ederek Saat Kulesi’nin hikâyesini bir de ondan dinleyebilirsiniz.
Şimdiki durağımız için kentin eski iç limanını bir yay şeklinde hayal etmenizi isteyeceğiz. Rotamızda ilerlerken hayal ettiğiniz bu yayı etrafını çevreleyen ve 16. yüzyıl itibariyle kıyıya inşa edilmeye başlayan beş camiyi görebilirsiniz.
Bu beş camiden ilki olan Kemeraltı Cami’nin, Yusuf Çavuşzade Ahmet Ağa tarafından 17. yüzyılda yapıldığı biliniyor. Bunun yanı sıra, Evliya Çelebi’nin “Ahmet Ağa” adıyla da andığı cami hakkında aktardığı bilgiler, günümüze kadar yanlışlıkla Kestanepazarı Cami’ye ait zannedilse de bugün aslında Kemeraltı Cami’den bahsedildiği ortaya çıkıyor. Evliya Çelebi, caminin yer aldığı arsanın bir kısmı denizden doldurulduğu için minaresinin güçlükle oturtulduğuna da değinmiş. İçi kalem işleri ile bezeli caminin avlu girişinin yanında barok karakterli süslemeleriyle dikkat çeken çeşmesi, yanında ise hem Kemeraltı hem de Sinanzade adlarıyla anılan mermer sebil yer alıyor.
19. yüzyıl başlarında Gemiler İskelesi olarak anılan ve iç limanın doldurulmasıyla elde edilen özgün alanlardan biri olan Ali Paşa Meydanı, çarşının da odağı olmasıyla size farklı birçok duyguyu aynı anda hissettirebilir. Meydan ve etrafındaki hanlar, 1891 yılında İzmir Ticaret Borsası kuruluna dek kısmen borsa görevi görmüş. Meydanın önemli simgesi Hacı Salih Paşa Şadırvanı, 1828 yılında Sadrazam Salih Paşa tarafından yaptırılmış ve etrafında dinlenen kervanlara ilham olarak, birçok gravürde iz bırakmış. Geçmişte kervanlara durak olan bu meydan, şimdi gezginlere birçok yöresel lokanta ile lezzet sunmaya devam ediyor.
Eski iç limanın en görkemli camilerinden biri olan Başdurak Cami, ismini bulunduğu konumdan alırken, Evliya Çelebi’nin aktardığına göre tahıl tüccarı Hacı Hüseyin Bey tarafından 17. yüzyılda yaptırılmış. Caminin kurşun örtülü tek kubbesi ve süslü oymalı taşlardan yapılmış olan tek minaresi oldukça güzel bir görsel tatmin sunarken, yapının iç ve dış cephelerindeki bezeme ve kalem işi süslemeler, dönemin zarafetini bugün hâlâ hissetmenizi sağlıyor.
Abacıoğlu Hanı, 18. yüzyılda artan liman ticaretinin etkisiyle bölgede ardı ardına inşa edilen hanlardan biri. Han, 18. yüzyıl başlarında Abacızâde Hacı Mustafa Ağa tarafından konaklama, ticaret ve depolama amacıyla yaptırılmış. O zamanlarda Musevi mahalleleriyle iç içe ve Rum kilisesinin mahzenine de komşuymuş. İnşa edildiği zamanlarda dokuz odalı ve yedi alt mahzeni olan Abacıoğlu Hanı, 2007 yılında tamamlanan restorasyonuyla İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Tarihe Saygı Yerel Koruma ile Philippe Rotthier Avrupa Mimarlık Yarışması ödüllerini aldı. Ağaçlı ferah avlusunda yer alan keyifli yeme-içme mekânlarında tarihi hanın tadını çıkarabilir, ayrıca handa 1920’li yıllardan beri nesilden nesile ticaret yapmayı sürdüren Rafael Palombo ile saatçi Edip ve Metin Şen kardeşleri ziyaret edebilirsiniz.
İzmir, birçok kültüre kucak açan ve günümüzde hala bu kültürlerin izlerini barındıran bir şehir olduğunu her köşesinde size hissettiriyor. Bet Hillel Sinagogu da bu köşelerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Palaçi ailesinin evinde din akademisi olarak kurulan Bet Hillel Sinagogu, sahip olduğu hikâyeyle de büyüleyici geçmişini ortaya seriyor. Sultan Abdülmecit’in “Adaletten sorumlu din adamı” olarak ödüllendirdiği Haham Hayim Palaçi ve oğlu Haham Avraham Palaçi İzmir Yahudi Cemaati’nin önemli din bilginleridir. Hayim Palaçi’nin yazdığı kitapların günümüzde dünyada, dini eğitim veren okullarda ders kitabı olarak okutulmaya devam ettiğini düşünürsek, Bet Hillel Sinagogu’nun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görebiliriz. Sinagog, Hayim Palaçi’nin Gürçeşme Mezarlığı’ndaki mezarı ve mezarın yanındaki arınma havuzu (mikve), Pırlanta Üçgeni olarak adlandırılıyor. Bet Hillel Sinagogu, 2006’da çıkan bir yangın sırasında tamamen yıkılınca, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edildi, ardından kapılarını Rav Hayim Palaçi Anı Evi olarak yeniden açtı.
Şimdiki durağımız ise geçmişte Yeşildirek Hamamı olarak bilinen bugün ise Yeşildirek Pasajı olarak andığımız oldukça ilginç bir mekân. Ünlü Osmanlı Sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın vakfının bir parçası olduğu belirtilen hamam, ilk yıllarında odun ateşiyle ısıtılmaktaydı. Yeşildirek Hamamı, ilerleyen yıllarda kömürle ısıtılmaya başlanmış ve bu nedenle hamamın kanallarının yüksek sıcaklığa dayanamayarak patladığı söyleniyor. İşlevini yitirmesinin ardından 1963 yılından itibaren pasaj olarak kullanılmaya başlanmış Pasajın eskiden bir hamam olduğunu ele veren detaylar size harika fotoğraflar verebilir. Yeşildirek Pasajı’nda başınızı kaldırdığınızda, rengârenk, yuvarlak, altıgen ve yıldız şekilli ışıklıklar ile geçmişe bir yolculuğa çıkabilirsiniz.
18. yüzyılın başlarında Avrupa’ya pamuk ihraç eden Karaosmanoğlu ailesinden bugüne miras kalan Küçük Karaosmanoğlu Hanı, tarih boyunca, tenekeci, kalaycı, bakırcı gibi birçok zanaatkâra ev sahipliği yapmasıyla bu tur içinde olmayı hak ediyor. 2016 yılında aslına uygun olarak yeniden inşa edilen han, Havra Sokağı’na açılıyor ve L’agora olarak anılıyor. Tarihi gözünüzde canlandırmak için benzersiz duraklardan biri olan hanı keşfederken butik otelde dinlenebilir, restoranında harika lezzetleri tadabilir ve dükkânlarda farklı birçok ürün ile karşılaşabilirsiniz.
İzmir ve çevresindeki varlıklarının Roma Dönemi’ne kadar uzandığı düşünülen Yahudilerin, 16. yüzyıla kadar kentte sayılarının az olduğu anlaşılabiliyor. Başta Portekiz ve İspanya olmak üzere, çeşitli ülke ve şehirlerden gerçekleşen göçlerle, özellikle 16. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Havra Sokağı ve çevresine yerleşen Yahudiler, burada Juderia’yı yani Yahudi mahallesini kurarak kentin önemli bir parçası haline getirmişler.
Sokağın çevresinde yer alan dördü birbirine bitişik inşa edilmiş olan dokuz sinagog ve hahamhane yapısı, günümüzde dünyada benzeri olmayan bir mimari kompleks oluşturuyor. 19. yüzyıla ait kaynaklar incelendiğinde, Havra Sokağı’nda Yunan ve Yahudi şaraphaneleri, bir Türk hamamı ve Yunan eczanesi bulunduğunu öğreniyoruz. Sokakta, kemerli girişindeki kilit taşına işlenmiş üzüm ve asma yaprağı motiflerinden tarihi şaraphanenin izine de rastlayabilmek mümkün.
Bugüne geldiğimizde İzmirli Yahudilerin büyük bir bölümü kentten ayrılmış olsa da sokağın özgünlüğü ve ticaret dokusu yapacağınız keşfi çok daha kıymetli hale getirecek.
Büyük İskender’den sonra MÖ 4. yüzyılın sonunda kurulan Smyrna Antik Kenti’nin agorasından günümüze ulaşan kalıntıların çoğu, MS 178 yılındaki depremden sonra inşa edilen Roma Dönemi Agorası’ndan kalmadır. Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un destekleriyle ayağa kaldırılan Smyrna’ya, İmparatoru ve eşi Faustina'yı onurlandırmak amacıyla onların portrelerini taşıyan iki kemerli anıtsal bir kapı inşa edilmiş. Faustina Kapısı, bugün de agoranın en dikkat çekici yapılarından biri.
Kent merkezinde bulunan en büyük agoralardan biri olan Smyrna Agorası, dünyanın en zengin Yunanca graffiti koleksiyonuna sahip sivil bazilikası ile önemli tarihi ve kültürel bir değer taşıyor. Bu kültürel değerin fotoğraflara kattığı duygu kuşkusuz ki oldukça özel.
Tarihi kent merkezinin kalbine konumlanan Agora’da ilk olarak 1933 yılında başlatılan arkeolojik kazılar, 2007 yılından beri Doç. Dr. Akın Ersoy’un kazı başkanlığında sürdürülüyor. Kazı çalışmalarında bugüne dek, avlu alanını çevreleyen Batı Portiko, adli ve ticari işler için kullanılan Bazilika, Kent Meclisi ve Mozaikli Yapı olarak tanımlanan iki kamu yapısı ile bir Roma hamamı ortaya çıkarıldı.
1744 yılında Kızlarağası Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılan Kızlarağası Hanı, o dönemde limanın ağzına inşa edildiğinden iskele olarak da kullanılır. Avlusunda kervanların yüklerini boşalttığı, yoldan gelenlerin üst katındaki odalarında konakladığı han, İzmir’in ticari hayatındaki önemini 19. yüzyılın son çeyreğine kadar korur. İzmir’in ekonomik hayatında son derece önemli olan han, iç limanın dolmaya başlamasıyla ise arka planda kalmaya başlar.
Tarihi han, 1988-92 yılları arasında restore edilmiş, günümüzde başta antikacılar olmak üzere deri, takı ve hediyelik eşya satışı yapılan 200 küçük dükkâna ev sahipliği yapıyor. Hanın üst katında yer alan atölyesinde, özellikle İzmir üzerine hayranlık uyandıran eserler üreten minyatür sanatçısı Arya Kamalı da dâhil olmak üzere pek çok zanaatkâr ve koleksiyoner ile tanışabilir, eserlerini inceleyebilirsiniz.
Osmanlı Gümrüğü hanlarından biri olarak inşa edilen Çakaloğlu Hanı, kemerli koridorunun iki yanına sıralanmış 18 mekândan oluşuyor. Hanın kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte girişinde yer alan Gaffarzade Çeşmesi ve Sebili’nin üzerindeki 1805-1806 tarihleri biraz da olsa fikir verebiliyor. Çakaloğlu Hanı’nı özel kılan bir diğer unsur da 1922 İzmir 4Aangınının izlerini hâlâ üzerinde taşıması ve ziyaretçilerine kent belleğinden bir dönem sunabilmesi.
Eski Gümrük Binası (Konak Pier)
Gittikçe büyüyen İzmir, Akdeniz’in en önemli liman kentlerinden biri olduğunda, kent girişine bir rıhtım yapılması da şart oldu. Bu amaçla yapılan Eski Gümrik Binası, bugünkü adıyla Konak Pier’in açılışı 1876 yılında gerçekleşti. Zaman içinde denizin doldurulmasıyla büyük bir hole kavuşan yapı, 1960’lı yıllardan sonra ise balıkhane olarak kullanıldı. Tarihsel önemi, mimarisi ve konumuyla kentin en özel yapılarından biri olan tarihi gümrük binası, günümüzde çeşitli restoranların da bulunduğu bir alışveriş merkezi olarak ziyaretçilerini ağırlıyor.
Tarihi Liman Yolu rotasını haritada görmek için tıklayınız.
Tarihi Liman Yolu turumuzla eşsiz atmosferin içerisinde, bir rehberin anlatımıyla bahsettiğimiz tüm bölgelere dair daha detaylı bilgiye sahip olmak istiyorsanız, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin web sitesini ziyaret edebilir ya da buraya tıklayabilirsiniz.
Kullanıcı Yorumları
Hiç yorum yapılmamış, yorum yapmak ister misiniz?